9 Nisan 2008 Çarşamba

Sorular Cevaplarını Bulduğunda

Hepimiz, seçme yeteneğine malik birer insan olarak, inanmak ile inanmamak arasında bir tercih yapabilecek durumdayız. Fakat bu, sağa veya sola dönmek gibi, birbirine çok yakın görünen iki şık arasındaki bir tercihten ibaret değildir. Her iki fiil arasındaki farklar, özellikle bir Yaratıcıya inanmak sözkonusu olduğu zaman, bir olumsuzluk ekinden çok daha öteye uzanmaktadır.

İnanmamak, bu tercihler arasında en kolay ve basit yolu teşkil eder. "İnanmıyorum" şeklindeki bir iddia, bu tercihi belirtmek ve bazan da ispat etmek için yetebilir. Bu sözle, bir konuyu ilgi alanınızın dışına çıkarmış ve kendinizi, o konuda bilgi toplamak, delilleri öğrenmek, ikna olmak, eleştirileri cevaplandırmak gibi yükümlülüklerden bütünüyle kurtarmış olursunuz.
Başka bir deyişle, inanmayan kişi, inanmadığı şeyi, bu iddiasıyla, cehalet branşı içine almış olur. Cehalet ise, bütün insanların bir bakıma ortak özelliğidir. Will Rogers, "Hepimiz cahiliz," der. "Sadece branşlarımız farklı." Nihayet, bir tıp otoritesinin nükleer fizikte, bir astronomun bahçe bakımında cahil kalmış olmasını kimse ne yadırgar, ne ayıplar. İnanç konusu da bir kişinin cehalet branşını teşkil ettiği zaman bunu yadırgamamak gerekir. Meselâ, Nobel Ödülü sahibi bir bilim adamının inanmayışı ile sıradan bir insanın inanç karşısındaki kayıtsızlığı arasında mahiyet itibarıyla bir fark olmamalıdır; çünkü her ikisinin de "inanılmayan şey" konusundaki bilgi seviyesi, aşağı yukarı sıfır civarında eşitlenir; yani, sıfatları ve başka konulardaki bilgi ve becerileri ne olursa olsun, burada beraberce bir cehalet branşını paylaşırlar.

Ne var ki, bu konudaki değerlendirmelerimizde her zaman aynı standardı tutturduğumuzu söyleyemeyiz. Çoğu zaman, bir kısım isimlerin şöhreti veya farklı bilim dallarındaki ünvanları bizi aldatır. Ve biz, ünlü bir biyologun veya popüler bilim yazarının inkârında boş yere otorite izi ararız.

Oysa inkâr, reddetmektir, kabul etmemektir. İnkâr etmek için gözünü kapamak, kulağını tıkamak, başını çevirmek ve "İnanmıyorum" demekten başka pek az şeye ihtiyaç vardır. İnanmak ise, bunun çok ötesinde şeyler ister.

"Kime inanıyorum? Niçin inanıyorum? Nasıl inanıyorum?" gibi sorularla başlar inanan adamın macerası.

Sorular cevaplarını bulduğunda, inanan adam yeni soruların peşine çoktan düşmüştür bile.

Onun "İnandım" dediği an, bir yolculuğun sonu değil, ancak başlangıcıdır.

Sonrası, inandığını tanımakla geçer.

İşte onun için bu dünya üzerinde bir güzelliğin peşine düşürülmüştür insan.

Hiç yorum yok: